Ahlâkî değerler, insanî duyarlılık, sorumluluk vb. her alanda uçurumun kenarına gelmiş bir insanlığın sarıldığı fakat buna rağmen batmaktan, uçuruma yuvarlanmaktan kurtulamadığı modern kavramlardan biri hümanizm. Başka bir anlatımla, “imanını kaybeden bir çağın dini”dir o.

Antikite hayranlığı. 16. asır Avrupa’sı için bir kaçış, bir meçhulü arayıştı hümanizm. Bir egzotizm, bir yeni boyut ihtiyacı… Kilisenin yasaklarından kurtulmak isteyen Orta Çağ insanı Eski Çağ edebiyatlarına kaçtı. Ferdi cemaat içinde eritmeyen paganizm, hürriyetti, direnişti. Nas’ların çelik korsasından kurtulup kilisenin duvarları dışına fırlamak hem cazip hem de tehlikesizdi. (Cemil Meriç)

Hristiyanlığın doğurduğu dejenerasyondan, despotizmden ve yozlaşmadan çıkma arayışlarından biri olan hümanist mantık, farklı boyutlarda belki minimal düzeyde İslam Dünyası’nda da mevcuttur. İslam’ın iktidarlarca kullanılıp yozlaştırılması, İslam’ı emelleri doğrultusunda meşruiyet ve baskı unsuru olarak işletmeleri nedeniyle insanları dinden soğuttu ve farklı mecralara sevk etti.

Özellikle son 30 yıldır küreselleşme ve iktidar tecrübeleriyle daha da etkin hissedilen ahlâkî yozlaşma/İslamî algıdaki kirlilik, bilinçli camia içindeki (özellikle genç) muhalif kesimde arayışları yoğunlaştırmıştır. Kur’anî dili hâkim kılamadığımız için hakikat arayışları yerini, liberal dilin hâkimiyetiyle, hümanist mantaliteye bırakmış durumdadır. Ortaçağ’ın çıkmazlarını sorgulayan samimi düşünürler gibi, İslam algısı ve yaşayışındaki bozulmaya karşın, samimi duygularla eleştirel mantığı işleten müminler de bu potaya girmiştir maalesef… Oysaki bu handikaplardan sahih İslam’ı hâkim kılarak çıkabilmeliydik. Ve bunun doğurduğu bilinç düzeyindeki kavramsal boşluk, bizleri çok daha farklı yanlışlıklara/yanılsamalara/kayıplara sürüklemiş durumdadır.

Düşünme mantığını ve çağımızın çıkmazlarının çözüm araçlarını, farkında olmadan liberal düşüncelerden neşet ettirerek bu kaynaklardan çıkartmaya çalışıyoruz. Tabiri caizse, “İslam sorunlarımıza çözüm üretemiyor” anlayışıyla farklı arayışlar içerisine giriyoruz. Düşüncelerimizi biçimlendiren, dilimize hâkim olmuş insan hakları, emek, demokrasi, özgürlük, eşitlik, kadın hakları ve özellikle BİREY vb. kavramlarla mücadelemizi sürdürür olduk. Bu dilin, rüzgârın, dinin neşet ettiği kaynağın adı da hümanizmdir…

Türkiye özelinde; “Olumlu” mânâda AKP tecrübesi, olumsuz mânâda ise tekfirci mantığın söylem ve eylemlerinin olumsuz yansımaları, Müslüman ahaliyi tasavvufun verdiği ilhamlara, başka bir veçhede ise salt felsefî düşünme biçiminin hâkimiyetine sevk etti.

Dinî duyguları kullanarak yalan yanlış, haksız uygulamalarla işletilen süreçlerden dolayı ahali, “din buysa ben bu değilim, bunlardan beriyim” diyerek dinden uzaklaşıp sekülerleşti. Sekülerizme karşı bilgi ve bilinci olan kesim ise yine aynı saiklerle, ahali gibi sekülerizm kıskacına sürüklenmese de salt insan ve ahlâk merkezli değerlendirme eğiliminin hâkim olmasıyla, dolaylı yönlerden hümanizm girdabına sürüklenmektedir. Aslında “haklı olarak” uzaklaştıkları şey din değil, din adına işletilen çıkar denklemiydi… Başta tanım ve konumlandırma yanlış yapıldığı için bu boşluğa düşüldü. Bunların İslam’la uzaktan yakından alakası yok, İslam kisvesi altında yürütülen süreç ve sonuçlar İslam’a mal edilemezler, edilememelidirler.

Bu figürlerin faaliyetleri doğrultusuyla oluşan algı nedeniyle insanlar, İslam düşüncesinden, İslam’ın siyasallaşmasından, toplumsallaşmasından, görünürlüğünden uzaklaşıp hümanist anlayışa kaydılar. Seküler mânâda felsefeye, teolojik mânâda ise tasavvufla hayatlarını devam ettirme eğilimine gittiler ve bunun oranı ne yazık ki çok yüksek düzeylerde seyrediyor.

“Yürekten inanıyorum ki geleceğin dini katıksız bir hümanizm olacaktır, yani insanın bütününe saygı; hayat ahlâkî bir değer taşıyacak, kutsîleştirilerek yüceltilecek. Belli bir şekle bürünmeyecek bu inanç, hizipler ve tarikatlar gibi kimseye kapalı olmayacak. Akıldan başka kılavuz tanımayan, gizli remizleri, tapınakları, rahipleri bulunmayan, kiliseler dışı dünyada gönlünce yasayan geniş ve hür ilim… İşte insanlığı kanatlandıracak biricik inanç.” (Ernest Renan, İlmin Geleceği)

Özellikle Türkiye’deki iktidar tecrübesine ve tekfirci akıma eleştirel yaklaşan, muhalif olan, yapılanların yanlış olduğunu söyleyenler daha çok bu akımın pençesindedirler. Çünkü iktidarın peşinden sürüklenen cenah, zaten işletilen dinden, dini argümanlardan, dini yayılımdan memnun. Genel olarak blok kitle, dünya siyasetine bigâne olduğu için, tekfirci akımın olumsuz yansımalarına da fazla maruz kalmayıp onlar üzerine düşünme, dertlenme ihtiyacı hissetmemekte, onları pek sorun olarak görmemektedir. Bu bahsettiğimiz tehlikeye düşme ihtimali olanlar, daha ziyade sorgulayan, eleştiren, genel gidişattan memnun olmayıp arayış içinde olan kitledir diyebiliriz. Bu kitlenin samimi arayışları, bilinçaltında yanlışlıkların mal edildiği İslam algısından soğuyup arka planda hümanist anlayışa kaymaktadır. Bu kesim haricinde, İslamî değerlerle yoğrulmuş bu toprakların muhafazakâr halk kitlesini de dünyevîleştirdi içinde bulunduğumuz gidişat. “Din buysa bizden uzak dursun” dedirttiler ahaliye. İlahi öğretinin hâkimiyetini reddeden kesimin ise elinde oyuncak, dilinde meze yaptılar iddialarımızı/hedeflerimizi/umutlarımızı.

İslam yanlış kullanıldı, iktidarlara meze yapıldı, toplum çarptırdı diye İslam’dan uzaklaşmak, İslamî söylem ve iddialardan vazgeçmek ahmaklıktır. Yapılması gereken, sahih İslam’ı hâkim kılıp onların beslendiği sahte dinlerini yıkmaktır, karşılarına İslam’la çıkmaktır… Tarih boyu süregelen dine karşı din savaşımını sürdürmektir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir